7 Eylül 2009 Pazartesi

Kırkçesme'de Payzen Yusuf Paşa Türbesi

Kırkçesme'de Payzen Yusuf Paşa Türbesi


Payzen, ihtifalci M. Ziya Bey'in ifadesine göre, eski gemilerde kürek çeken zintire vurulmuş esir forsalara verilen bir addır. Osmanhca bir sözlükte ise bu terimin hapsedilmiş, ayağına pranga vurulmuş; uşak, köle; esir; suçlu anlamlarına geldiği belirtilmiştir. Böylece Yusuf Paşa'nın gençliğinde herhalde deniz savaşlarının birinde hıristiyanlara esir düştüğü ve bir süre onların gemilerinde zintire vurulmuş olarak kürek çektiği tahmin edilebilir.

Istanbul'un Osmanlı devri boyunca sık sık tekrarlanan büyük yangınları ile her 150 sene aralıklarla şehirde büyük ölçüde yıkımlara yol açan depremler ve 19. yüzyılın ortalarından itibaren bu afetlerden geri kalmayacak surette zararlar veren imar çalışmaları pek çok tarihı eserin, bir daha yerlerine konulamayacak surette yok olmalarına yol açmıştır. Halbuki istanbul'un tarihı geçmişine özen gösterilmiş olsa, bu tarihı kalıntılardan büyük bir kısmı korunabilir veyahut restorasyonları yapılarak yaşatılabilir veya yerinden sökülerek başka bir yerde tekrar kurulabilirdi. Bozdoğan Kemerinin yakınında bulunan Payzen Yusuf Paşa Türbesi de böylece yok olup kaybolan tarihı eserlerden biridir. Payzen, ihtifalci M. Ziya Bey'in ifadesine göre, eski gemilerde kürek çeken zincire vurulmuş esir forsalara verilen bir addır. Osmanlıca bir sözlükte ise bu terimin hapsedilmiş, ayağına pranga vurulmuş; uşak, köle; esir; suçlu anlamlarına geldiği belirtilmiştir. Böylece Yusuf Paşa'nın gençliğinde herhalde deniz savaşlarının birinde hıristiyanlara esir düştüğü ve bir süre onların gemilerinde zincire vurulmuş olarak kürek çektiği tahmin edilebilir.

Sicill-i Osmanıde Mehmed Süreyya Bey, Yusuf Paşa'nın kısaca hayat hikayesini şöylece özetler: "Frenk asıllıdır. Enderun'dan yetişerek 990'da (1582) Yeniçeri Ağası ve 993'de (1585) Temeşvar ve 995'te (1587) Budin Valisi olup azilden sonra Zilkade 998'de (Eylül 1590) Kırkçeşme'de bulunan konağında bazıhademesi elinde şehid oldu. Adamlarını çok fazla azarlar ve çok sertti. Camii vardır".

Bu satırlardan anlaşıldığına göre, Sultan III. Murad (1574-1595) ile iii. Mehmed'in (1595-1603) saltanatları sırasında büyük makamlarda bulunan Yusuf Paşa'nın konağı Kırkçeşme'de, yani bugün Atatürk bulvarının geçtiği yerde Gazanfer Ağa Medresesi ile Fatih Reşat Nuri tiyatrosu arasında bir yerde bulunuyordu. Çok sert davrandığı köleleri tarafından konağında öldürülerek aynı yerdeki türbesine gömülmüştür. M. Süreyya Yusuf Paşa'nın konağı Kırkçeşme'de, yani bugün Atatürk bulvarının geçtiği yerde Gazanfer Ağa Medresesi ile Fatih Reşat Nuri tiyatrosu arasında bir yerde bulunuyordu. Çok sert davrandığı köleleri tarafından konağında öldürülerek aynı yerdeki türbesine gömülmüştür.

Bey, Yusuf Paşa'nın bir de mescid yaptırdığından bahseder. Bu hususta kısa bir bilgi Ayvansarayı Hüseyin Efendi'nin Hadfkatü'I-Cevami adlı, camiiere dair kitabında bulunmaktadır. Mahallesi olmadığı mescidinin Sarachanebaşı'nda olduğunu bildirir. Paşanın türbesinin ise Revanı Çelebi Camiinin komşusu olduğuna da işaret eder.
Bu satırlardan da anlaşıldığı üzere, konağının yakınında bulunan mescidin mahallesi olmadığına göre, fazla önemli bir yapı değildi. Büyük yangında yanmasına rağmen duvarları ve minaresi ile duruyordu. Ziya Bey'in tarifine göre, Yusuf Paşa'nın mescidi Bozdoğan Kemerinin Marmara tarafında Fatih Kaymakamlığının komşusu kimyahanenin yerinde olup büyük yangından sonra ortadan kalkmıştır. Türbe ise 1894 depreminde kısmen yıkılmış ve çevre halkı tarafından Viran Türbe olarak adlandırılarak burada mum Konağının yakınında bulunan mescidin mahallesi olmadığına göre, fazla önemli bir yapı değildi. Büyük yangında yanmasına rağmen duvarları ve minaresi ile duruyordu. Ziya Bey'in tarifine göre, Yusuf Paşa'nın mescidi Bozdoğan Kemerinin Marmara tarafında Fatih Kaymakamlığının komşusu kimyahanenin yerinde olup büyük yangından sonra ortadan kalkmıştır, yakılır olmuştur. Yeri bile tespit edilemeyen Payzen Yusuf Paşa'nın türbesi eski bir fotoğrafından anlaşıldığına göre kare planlı, tamamen kesme taştan bir yapı idi. Cephelerde Türk kemerleri ile dışarı açılan bir ufak mezar binası idi. Bulvarın yangından sonra H. Prost'un planına göre yeniden düzenlenmesi sırasında, türbe yeni yol üzerinde kaldığından Şehremaneti (Belediye) tarafından yıktırılması kararlaştırıldığında, Ziya Bey kabri açtırmış ve oldukça derinde Paşa'nın kısmen çürümemiş durumdaki tabutunu bulmuştur. Fakat hayretle ileri sürdüğüne göre, kabrin içinde hiçbir kemik görülememiştir. Bu bakımdan cesedin ne olduğu pek anlaşılamamıştır. Ziya Bey, elde edebildiği kalıntıları türbenin yakınındaki Revanı Çelebi Caminin hazıresine gömdürmüş ise de, bulvar 1940'Iarda yeniden düzenIenirken bu cami ve hazıre de ortadan kaldırılmıştır.

Bu makale, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul Bülteni, Yıl: 10, Sayı: 168, Mayıs 2003’den iktibas edilmiştir



Prof Dr. Semavi Eyice

3 Eylül 2009 Perşembe

AHIRKAPI DENİZ FENERİ

AHIRKAPI DENİZ FENERİ
.
1755 yılında III. Osman tarafından yaptırılmıştır. İstanbul Boğazı'nın Marmara'ya bakan kısmının batı kıyısındadır. Beyaz kule şeklinde olan fener İstanbul'u çeviren surların burçlarından birisinin üzerine oturtulmuştur. Denizden yüksekliği 40 metredir. Her 6 saniyede bir yanıp sönerek gece karanlığında denizcilerin yön bulmalarına ve gemilerin karaya oturmamalarına yardımcı olur. Bu fener önemli bir deniz kazasından sonra yaptırılmıştır. Bu deniz kazası 1755 yılında Mısır'a gitmekte olan Hacı Kaptan emrindeki bir kalyon fırtınaya tutularak gece vakti Kumkapı' da karaya oturur. Olayı öğrenen Padişah III. Osman ve Sadrazam Sait Paşa derhal Kumkapı' ya giderek kalyon ve denizcilerin kurtarılmasında hazır bulunur. Kurtarılan gemicilerden birisi padişaha şöyle der:

- Eğer burada ve surlar üzerinde bir fener yapılırsa, uzağa gidip gelen gemiler ışığı görünce yollarını bulurlar.

Bunun üzerine III. Osman bir fener yapılmasını emreder ve Kaptan-ı Derya Süleyman Paşa da Ahırkapı Feneri'ni yaptırır.

30 Ağustos 2009 Pazar

Osmanlı'da Mahalle

Osmanlı'da Mahalle



Gunumuzde buyuksehirlerde yasayan gencler icin, mahalle, pek bir sey ifade etmemeye baslamis, bunun yerine semt, site, banliyo, uydu kent gibi tabirler anlamli hâle gelmistir. Kucuk sehir, kasaba ve koylerde ise, az cok mahallenin ne oldugu hâlâ bilinmektedir. Fakat orta yas uzerindekiler icin mahalle kelimesi, cok sey ifade etmektedir. Bu neslin sikca kullandigi, mahalle mektebi, ...bekcisi, ...bakkali, ...imami, arkadasi, ...komsusu, ...fakiri, …zengini gibi musahhas ifadeler ile; mahallenin namusu, ...serefi, ...asayisi, ...huzuru gibi mucerret ifadeler, Osmanli’nin derin tarihine, zengin kulturune ve engin medeniyet anlayisina yaslanmaktadir.



Osmanli’da mahalle; birbirini taniyan, birbirlerinin davranislarindan mesul ve birbiriyle dayanisma icindeki kisilerin yasadigi yerdir. Mahalleler; sinirlari genellikle cadde veya sokaklarla belirlenmis, merkezinde cami veya mescid bulunan yerlesim yerleridir. Genelde cami, sehrin merkezini olusturan bir veya birkac mahallede bulunur; diger mahallelerdeki insanlar da cuma namazi icin buraya gelir. Cami cevresinde ayrica alis-veris merkezleri bulunur, pazarlar genellikle buralara kurulur. Boylece haftanin bir gunu sehirdeki insanlar buralarda toplanir, birbirleriyle gorusur ve haftalik ihtiyaclarini temin eder. Diger mahallelerde ise, sadece mescid bulunur ve bunun hemen yaninda okul oncesi ve ilkogretim seviyesinde egitim veren bir muallimhane vardir. Ayrica buralardaki bakkal, kasap, terzi, ayakkabici vs kucuk esnafa ait dukkân ve isyerleri, mahallenin gunluk ihtiyaclarina cevap verir.



Mahalle idarî olarak, Osmanli’nin en kucuk yonetim birimidir. Bilindigi gibi Osmanli, baslarinda valilerin bulundugu eyaletlerden olusur. Eyaletler ise, sancaklardan olusur ve buralar sancakbeyi tarafindan yonetilirdi. Sancaklar, kadi tarafindan idare edilen kazalara bolunmustur. Kazalar ise, mahalle ve koylerden olusur. Bu en kucuk yonetim biriminin basi, daha dogrusu temsilcisi muhtarlik sistemine gecilinceye, yani 2.Mahmud donemine kadar imamdir. Imam, camideki vazifesinin yaninda, mahallenin asayisini saglamakla ve ihtiyaclarini karsilamakla gorevlidir. Koylerde de, mahallelere benzer bir yonetim tarzi vardir.



Imam, asayisle ilgili olarak mahallede olup bitenden birinci derecede mesuldur. Burada cereyan eden oldurme, yaralama, hirsizlik gibi inzibatî olaylarin yaninda, zina, fuhus, taciz, sarkintilik gibi gayr-i ahlâkîligi de takip edip guvenlik kuvvetlerine bildirir. Mahalleyle ilgili butun islerde devletle muhatap olur ve mahalleyi temsil eder. Sehrin idarecisi olan kadi, bagli oldugu kurumun en ust duzey yetkilisi tarafindan atanirken, imam bizzat padisah tarafindan bir beratla tayin edilirdi. Bu da onun devlet ve halk nazarinda ne derece buyuk bir oneme sahip oldugunu gosterir. Padisah tarafindan gonderilen emir ve fermanlar, imam tarafindan halka duyurulur ve takibi yapilir. Bu sekilde imam; devlete karsi haklar ve odevler konusunda mahalleliyi temsil ederken, mahallede de padisahi temsil ederdi.



Osmanli mahallesi, hem asayis bakimindan, hem de sosyal hayat acisindan kolektif bir anlayisa dayanir. Mahalleli, muteselsil (zincirleme) olarak birbirine kefildi. Burada meydana gelen oldurme, yaralama gibi olaylarda, olayin faili bulunamadigi takdirde, butun mahalleli mesul tutulur ve magdur tarafa odenmesi gereken diyet (kan parasi) sakinlere paylastirilir. Hattâ Yavuz Sultan Selim zamaninda cikan kanunnameye gore, meydana gelen hirsizlik olaylarindan ve zararin odettirilmesinden mahalle halki mesuldur. Mahallede bir asayissizlik olmamasi icin herkesin dikkat ve gayret gostermesi temin edilerek oto-kontrol saglanmistir. Boylelikle fail-i mechul olaylarda halkin sucluyu saklamasinin ve sucu ortbas etmesinin onune gecilmistir.



Ayni mesuliyet ve oto-kontrol, ahlâkî hususlarda da soz konusudur. Mahallede meydana gelen veya suphelenilen gayr-i mesru olaylarda imam, suclu veya zanlilari guvenlik gorevlilerine bildirir, mahallelinin bu yoldaki sikâyetlerinden ilgilileri haberdâr ederdi. Imam ve mahalle ileri gelenlerinin, bu tur evlere baskin duzenleme yetkileri vardi. Gayr-i ahlâkî davranislari oldugu bilinen kimseler mahalleli tarafindan istenmeyen kisi ilân edilir ve gorevlilerce baska yere surulmesi istenirdi. Ancak imam ve mahalleli, suclu veya zanlilara bizzat ceza verme yetkisine sahip degildi, sadece onlari adalete teslim edebilir veya mahalleden dislamak suretiyle cezalandirabilirdi.



Kotulugu onleme kolektif suuruyla devlet, baskentten kilometrelerce uzaktaki yerlere kolaylikla hakim olabiliyordu. Nasil ki, her sokak supuruldugunde butun sehir temiz olursa; bu uygulama sayesinde de butun ulkede huzur ve asayis surup gidiyor, suc orani azaliyordu.



Hayirli islerde mahalleli yine ayni kolektif suurla hareket ediyordu. Bu tur isler icin her mahallede bir “Avariz Vakfi” kurulmustur. Mahalle sakinlerince olusturulan yonetim kurulu tarafindan idare edilen bu vakifin gelir kaynagi, yine mahallelinin aynî-nakdî bagis veya hibeleridir. Kira getiren ev, dukkân gibi mallar da buraya vakfedilebilmektedir. Mahallede ihtiyaci olanlara borc veya kredi de verilmesi acisindan bu vakif, bir nevi sosyal yardimlasma sandigi gibiydi. Avariz vakfinin gelirleri; mahalledeki hastalara, fakir olanlara ve evlenmek isteyip de ekonomik durumu musait olmayanlara yardimda kullanilirdi. Buradan fakirlerin cenazelerinin kaldirilmasi, su yollari, cami, mescit, mektep gibi yerlerin onarimi yapilir ve isinma, aydinlatma gibi sair giderler karsilanirdi. Imam, muezzin, muallim gibi mahalle gorevlilerinin maaslari odenirdi. Mahalleye yeni gelenlerin yerlesme veya memleketine gidecek olanlarin yol masraflari karsilanirdi. Vergisini odeyemeyenlerin vergileri de bu fondan odenirdi.



Mahalledeki bu resmi dayanismanin yaninda, ayrica mahallenin zenginleri, mahallelerindeki fakirleri gorup gozetirlerdi. Zekât, sadaka, fitre gibi yardimlar yapilirken, mahalleli tercih edilirdi. Mahalledeki komsuluk iliskilerinin ne derecede oldugu, su atasozunden de anlasilmaktadir: ˜Iyi bir komsuya sahip olmak, bir eve sahip olmaktan onemlidir. Cunku komsu komsunun kulune muhtactir.’ Mahalledeki maddî-manevî yardimlasmanin temelinde; ˜Komsusu acken tok yatan bizden degildir.’ suuru yatmaktadir.



Osmanli sehirlerinin bazilarinda, Musluman olmayan nufus bir mahallede toplandigi gibi, Musluman mahallelere de dagilmistir. Musluman ve gayr-i Muslimler arasinda, bugun bile ovguyle anilan bir hosgoru ve komsuluk munasebeti mevcuttu. Musluman nufus hakim unsur olmasina ragmen, komsularina karsi hosgorulu davranmis; din, orf-âdet, kilik-kiyafet gibi temel hak ve ozgurluklerine karsi toleransli olmustur. Buna karsilik Yahudi ve Hiristiyanlar da, Ramazan’da Muslumanlarin inanclarina saygi gostermis, aciktan bir sey yiyip icmemislerdir. Ayni mahallede hem mescit, hem kilise, hem de havra olabilmistir.



Idarî acidan mukemmeliyetin yaninda, kotuluklerin onlenmesine, iyiliklerin tesvik edilmesine ve bizzat bunun pratige tasinmasina bakildiginda, Osmanli mahallesinde, bir mahalle medeniyetinin olustugu gorulmektedir. Bu da, Osmanli’nin uzun ve bereketli omrunun mukemmel bir suurdan beslendigini gostermektedir. Alıntı

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Çift Dikiş:Osmanlı savaş taktikleri

Çift Dikiş:Osmanlı savaş taktikleri

Osmanlı döneminde savaşa gidilirken, ülkede ne kadar deli ya da görünüş bakımından eli-ayağı bozuk, gulyabani tipli insan varsa hepsi toplanır ve ordunun en ön sırasında, düşmanın üzerine yürütülürmüş. Amaç, düşmanın psikolojisini bozmakmış.
Maxicep.com - Çift Dikiş:Osmanlı savaş taktikleri
Bi sonraki sırada ise, (affınıza sığınarak söylüyorum, ama anlatanlar hep böyle söylüyo) "daltarrak" denen adamlar bulunurmuş. Bunlar ise, saraya ufak yaşta alınan gayrı müslüm çocuklarıymış. Küçüklüklerinden itibaren sadece pirinç ve hamur işleriyle beslenip izbandut gibi olmaları sağlanırmış. Bi yandan da, her gün yağlı elleri ile mermer tokatlayıp idman yaparlarmış. Böylelikle elleri sağlamlaşır, beton gibi olurmuş. Zaten mermeri tokatlayarak kıramayanı da savaşa götürmezlermiş.

Bu daltarraklar savaşta gürz-kılıç filan kullanmayıp, düşman askerlerinin beyinlerini tek tokatla, (herhalde "Osmanlı tokadı" lafı da burdan geliyo) dışarı çıkartırlarmış. Düşünün, adamın kafasında miğfer var ve bi vuruşta kafa miğferle birlikte dağılıyo. Bu hikayeden de, Osmanlının bunca yeri nasıl fethettiği anlaşılıyo zaten

19 Ağustos 2009 Çarşamba

OSMAN BEY'IN ÇOCUKLARI

OSMAN BEY'IN ÇOCUKLARI

Osmanli tarihleri, Osman Gazi'nin vefati esnasinda gerek miras taksimi, gerekse idareyi ele alma bakimindan Orhan ve Alaeddin adinda iki oglundan bahs ederier. Buna karsilik Halkondil, Osman'in üç ogul biraktigini söyler. Halbuki vakfiye bize Osman Bey'in müteaddid ogullarini ve bir kizinin mevcudiyetini haber vermektedir. Buna göre Osman Bey'in Orhan'dan baska Alaeddin Ali, Pazarlu, Melik, Çoban, Hamid adinda ogullari ile Fatma adinda bir kizi bulunmaktadir. Bununla beraber bu çocuklarin hangi veya kaç hanimdan olduklarini belirtmemektedir. Bu sebeple Osman Gazi'nin gerçekte kaç hanimla evlendigi ve çocuklarinin hangi hanimlardan olduguna dair henüz tam bir bilgiye sahip degiliz. Su kadar var ki, Alaeddin Ali Bey'in, Seyh Edebali'nin kizi Bala Hatun'dan, Orhan'in da Ösman Bey'in ilk zevcesi ve Ömer Bey'in kizi Mal Hatun'dan dogduklari bilinmektedir. Bununla beraber digerlerinin bu kadinlardan mi yoksa baska kadinlardan mi oldugu henüz kesin olarak tesbit edilebilmis degildir.

Alaeddin Ali Bey, Orhan'dan küçüktü. Osman Bey'in sagliginda dedesi Edebali'nin yaninda Bilecik'te, daha sonra da babasinin yaninda Yenisehir'de bulunmustur. Alaeddin Ali Bey, babasinin ölümünden sonra kardesi Orhan Bey'e beylerbeyi olmus sonra kendisine temlik edilen Kite ovasindaki Futra veya Fodra (Âsikpasazâde, s. 37'de Kurada) çiftliginin hâsilati ile geçinmistir. Âsikpasazade'nin ifadesi ile bu köyü bizzat Alaeddin Bey istemistir. Orhan da o köyü kendisine vermisti. Alaeddin Bey, Kükürtlü'de bir tekke yapti. Bursa'da Kaplica kapisina girilecek yerde kale içinde bir mescid, kapidan yukariya dogru ikinci bir mescid ve yaninda evler yaptirdi. Kendisi de orada sakin oldu. Alaeddin Bey, Orhan döneminde vefat ederek Bursa'da babasi Osman Bey'in türbesine defn edilmistir. Görüldügü gibi Alaeddin Ali Bey, Bursa ve çevresinde vakiflar tesis etmek suretiyle birçok hayir islerinde de bulunmustur. Alaeddin Bey'in ogullari daha sonralari ellerindeki yerler ve babalarinin vakiflarini idare ederek hayatlarini sürdürmüslerdir.

Osman Gazi'nin diger ogullarindan yalniz Pazarlu Bey'in Iznik muhasarasi ve Pelakanon (Darica civan) muharebesinde bulundugu kayd edilmektedir.

Osman Bey'in Çocuklari

- Melik Bey

- Fatma

- Hamid Bey

- Orhan Bey

- Alaeddin Bey

- Çoban Bey

- Pazarlu Bey

Kaynak: Osmanli tarihi

OSMAN BEY'IN ÖLÜMÜ

OSMAN BEY'IN ÖLÜMÜ

Tarihî kaynaklar, Osman Gazi'nin 1320 tarihinden itibaren faal hayattan çekildigini ve idareyi oglu Orhan'a biraktigini kayd ederler. Yakalandigi Nikris hastaligi yüzünden fiilen harblere istirak edemeyen Osman Bey, asker gazileri ve ümerayi Yenisehir ovasinda toplayarak herkesin huzurunda Bursa'nin fethi isi ile Orhan Bey'i görevlendirdi. Onun maiyetine de Köse Mihal, Turgud Alp, Seyh Mahmud Gazi, Seyh Edebali ve kardesi Ahi Semseddin'in oglu Ahi Hasan'i tayin etti. Fakat daha önce, vaktiyle kardesinin oglu Aydogdu'yu sehid eden Etranos (Orhaneli) tekfurunun cezalandirilarak kalesinin alinmasini, bundan sonra Bursa'nin fethine tesebbüs edilmesini emretti. Osman Bey'in, idareyi ogluna biraktiktan sonra ne kadar daha yasadigi kesin olarak belli degildir. Hatta, Osman Bey'in ölümünden sonra mi Orhan'in hükümdar oldugu, yoksa henüz o hayatta iken mi hükümdar kabul edildigi meselesi henüz kesinlik kazanmis degildir. Bununla birlikte onun vefatinin 724 (1324) yilinda oldugu kabul edilmektedir. Zira 1324 tarihli bir vesika ile Orhan'in bu tarihte hükümdar bulundugu ve ilk akçasinin tedkikinden de ayni senenin üçüncü ayinda (724) Rebiülevvel = 1324 Subat) Osmanli Beyi oldugu anlasiliyor. Uzunçarsili, Belleten'deki makalesinde bu konuda farkli görüsleri de vererek söyle der:

"Osman Bey'in vefati senesi tarihimizde birbirine uymamaktadir. Halil-i Konevî ile Sükrullah'da, Osman Gazi'nin vefati 710 (1310) senesinde, Idris-i Bitlisî'de 721 (1321), Lütfi Pasa'da 718 (1318), Gibbons'un (Osmanli Imparatorlugu'nun Kurulusu, s. 33) adli eserinde 726 (1326) tarihinde gösterilmis olup, Asikpasazâde, Tâcu't-Tevârih, Hammer, Ali ve Meskûkât kataloglari hep bu sonuncu tarihi kabul ederler. Halbuki elimizdeki 724 (1324) tarihli vakifnâme, Orhan'in bu tarihte hükümdar oldugunu göstermektedir. Su halde Osman Bey'in vefat tarihini 1324'ten evvel veya o tarih baslarinda kabul etmek lazimdir. 723 Ramazan (1323 Eylül) tarihli Asporçe Hatun vakfiyesindeki kayda göre Osman Gazi'nin bu tarihte hayatta oldugu anlasildigindan vefati 1323 Eylül ile 1324 senesi Mart'i arasinda olmalidir."

Gerek bu görüsler, gerekse Bursa'nin fethi ve Osman Gazi'nin cenazesinin oraya nakli meselesi gözönüne alindigi zaman, vefat tarihinin 1326 yili olmasi icab eder. Bununla beraber Orhan Gazi'nin hükümdarliginin da 1324 yilinda oldugu kabul edilebilir.

Solakzâde'nin, bize karayagiz, yassi burunlu, orta boylu, degirmi çehreli, ela gözlü, seyrek sakalli ayakta durdugu zaman kollarinin dizine kadar uzandigi, tatli sözlü ve heybetli biri olarak tasvir ettigi Osman Gazi, iyi bir idare, keskin ve saglam bir görüs, itidalli, yüksek kabiliyeti, rakiplerine kendisini sevdirmesi ve mücadelesinde planli hareketi, sabirli ve müsamahali olmasi ile etrafindaki asiretleri de nüfuzu altina almayi basaran bir kimsedir. "Fahrüddin" lakabini tasiyan Osman Bey, Bursa'nin fethi haberini ölüm döseginde almisti. Orhan Bey gibi degerli ve hayirli bir halef biraktigi için gözü açik gitmeyecekti. Osman Bey, ölüm döseginde iken etrafina oglu Orhan ile hükümetin büyükleri olarak kabul edilen gazilerden Turgut Alp, Seyh Ahi Semseddin, Ahi Hasan, Çandarli Kara Halil ve Kara oglan gibi devlet ricalini topladi. Onlara ve özellikle Orhan'a nasihatlarda bulunarak söyle dedi: "Ben ölüyorum, ama esef edip üzülmüyorum. Çünkü senin gibi bir halef birakiyorum. Adaletli ol, merhametli ol, iyi adam ol. Idare ettigin halka karsi esit muamele et, herkese karsi musavatli olup onlari himaye et. Islâm dininin nesrine çalis. Çünkü yeryüzündeki padisahlarin vazifesi budur. Ancak bu suretle Allah'in lütfuna nail olursun. Bilmedigin seyleri ulemaya danis. Bir seyi iyice bilmeden harekete baslama. Sana muti (itaat edenleri) olanlan hos tut. Beni Bursa'da Gümüslü kubbeye (Gümüslü Künbet) defn et." Buna göre Osman, oglu Orhan'a Bursa'yi baskent yapma vasiyetinde de bulunmus oluyordu. Üç ay kadar önce kayinbabasi Seyh Edebali'yi, ondan hemen sonra da hanimi ve Edebali'nin kizi olan Mal Hatun (Malhun Hatun)u kayb eden Osman Bey, bizzat kendi eli ile anlari Bilecik'te defn etmisti. Osman Gazi öldügü zaman (dogum tarihinin farkh kabul edilmesine bagli olarak) 66 veya 69 yasinda idi. Techiz ve tekfini ile Çandarli Kara Halil ile imami Yahsi Fakih mesgul olmuslardi. Önce Sögüt'te muvakkaten defn edilen Osman Bey'in nasi, daha sonra vasiyeti geregi Bursa'da Gümüslü Künbed'deki türbesine nakl edildi. Bu türbede, XVUI. asir baslarina kadar Osman Gaziye ait olan ve ziyaretçilere gösterilen iri taneli bir tesbih ile büyük bir davulun kasnagi vardi. Rivayete göre bunlar, Sultan Alaeddin'in hediyeleri idi. Fakat ne yazik ki bu iki tarihî hediye XIX. asrin ortalarinda Bursa'da çikan bir yanginda yok olmuslardi.

Kaynaklarin verdigi bilgiye göre Osman Gazi, çok sade bir hayat yasadi. Elbisesi, Islâm'in ilk muhariplerininki gibi sade idi. O, ne altin ne de gümüs birakti. Terekesi içinde fazla kiymetli bir sey yoktu. Kalan esya Denizli bezinden yapilmis sariklik bez, at için zirh takimi (yançuk), bir tuzluk, bir kasiklik, bir çift çizme, Alasehir dokumasindan kirmizi renkli sancaklar, sade bir kiliç (Ruhî ve Hammer'e göre iki uclu), bir tirkes, bir mizrak, bir kaç at, misafirlerine ikram için besledigi üç sürü koyun idi. Bunlardan baska iri taneli bir tesbih ile Selçuklu sultani tarafindan Karacahisar'in fethinden sonra kendisine hediye edilen davulun kasnagi da zikr edilir.

Kendi döneminde kara lakabi ile anilan Osman Gazi'ni saç, sakal ve biyiklari da kara idi. Türkmenler arasinda cesur kimseler için kullanilan bu lakab, ondan baska insanlar için de kullanilmistir. Nitekim Karasi Bey, Kara Iskender, Kara Yülük, Kara Yusuf ve Karakoyunlu gibi isimlerle zikr edilen bu neviden lakablara tesadüf etmek mümkündür.

Daha önce de kisaca temas edildigi gibi Osman Bey, bir yöneticide bulunmasi gereken bütün vasiflan kendi sahsinda toplamisti. O, adaletle hareket etme ve halka karsi cömertçe davranma gibi özelliklere de sahipti. Akinlarindan bizar duruma düsen Rum ahalî, onun himayesi altina girince her türlü taarruzdan masun ve mahfuz bulunuyordu. Bundan baska bütün haklari da teminat altina aliniyordu. Kendi tekfurlarindan görmedikleri âdilâne muameleyi, Osman Gazi'ye tabi olunca hemen elde ediyorlardi. Bu hal, devletin ilk kurulus yillarinda onun etrafinda toplanan cemiyeti kalabaliklastiran ve senlendiren sebepler arasinda sayilmaktadir. Beytülmalden hiç bir sey almadigi, kendi toprak ve sürülerinden elde edilen gelir ile geçindigi, tarihçilerin ittifakla söyledikleri gerçeklerdendir. Bu arada ganimetlerden kendi hissesine düsen miktar da onun varidatinin (gelirlerinin) bir kismini teskil ediyordu. Bir Germiyan'linin istegi üzerine halka tarh ettigi "Bac-i bazar" vergisi, reâyanin gönül hoslugu ile ödedigi ve Bizans vergileri ile mukayese edilemeyecek kadar az ve adaletli bir vergi idi.

Osman Gazi'ye, kendi döneminde daha sonraki Osmanli hükümdarlari için kullanilan sah, padisah ve sultan gibi ünvanlar verilmemisti. Diger bütün Türkmen beyleri gibi, baslangiçta sadece Osman Bey denildigi, istiklâlinden sonra da bazan "han" denildigi kabul edilmektedir.

ORHAN GAZI'NIN KOMUTANLIGI

ORHAN GAZI'NIN KOMUTANLIGI

Biraz önce temas edildigi gibi, Orhan Gazi, Germiyan'dan gelip Karacahisar pazarini yagmalayan Çavdaroglu'nun pesine düsmüs, Oynashisari denilen yerde onu maglup ederek perisan etmisti. Hatta onu esir alarak babasina götürmüstü. Bu muvaffakiyet, Osman Gazi'nin itimad edip güvendigi genç oglu Orhan için idarecilik ve komutanlik kapisinin aralanmasina sebep olmustu. Bu yüzden, Osman Gazi tarafindan harp idare ve sevkini ögrenmek böylece tecrübe kazanmak üzere Sakarya nehri ile Karadeniz arasindaki yerlerin feth edilmesi görevi ona verildi. Bununla beraber, Osman Gazi, henüz toy bir delikanli denebilecek oglunun yanina yirmi senelik bir sadakat ve baglilik ile güvenilirlikleri isbatlanmis olmakla bitmeyen ayrica harb ile tecrübe edilmis en cesaretli silah arkadaslarindan dördünü de onun komutasinda gönderdi. Bunlar: Akça Koca, Konur Alp, Gazi Abdurrahman ile daha önce Müslüman olmus olan Köse Mihal idi.

Kaynaklarimiz bu konuda su bilgileri vermektedirler:

"Bir gün Osman Gazi dedi ki: "Ogul Orhan, bu Tatara gerçi and verdik. Ancak bunlarin Tatarligi gitmez. Gel, sen bu gazilerle Kara Çebis ve Kara Tekin'e var. Allah, sana basari verir diye umarim."

Orhan Gazi: "Hanim! Her ne buyurursan kabul ederim." dedi. Akça Koca, Konur Alp, Gazi Abdurrahman ve Köse Mihal'i yarar yoldastir diye Orhan Gazi'nin yanina verdi. "Gaziler! Ha göreyim sizi ki din yolunda nasil davranirsiniz" dedi. Orhan Gazi'nin yalniz basina gittigi ilk gazasi budur.

Orhan, babasinin duasini aldi. Himmet kilicini kusandi. Gaza niyeti ile sefere çikti. Dogruca Kara Çebis'e yürüdü ki, Osman Gazi dahi oraya (önceden) gitmisti. Hisara varmaya bir konaklik mesafe kalmisti. Orada gazileri üç bölük (kisim) ettiler. Bir bölügü vardi hisarin üstüne yürüdü ki, Orhan onlarla beraberdi. Bir bölügü geceleyin hisarin ötesine geçti. Bir bölügü de hisarin yaninda bir dereye girdi.

Orhan Gazi, bir kaç gün hisar önünde savasti. Savas ederken kendilerini sarsilmis gibi gösterip kaçtilar. Bunun üzerine kâfirler Türkler kaçti deyip hisar önüne çiktilar. Bir Türk buldular. Tutup tekfura götürdüler. Tekfur "daha baska Türk var mi" diye sordu. O da "yoktur hepsi bu kaçanlardir" diye cevap verdi. Tekfur bu sözü isitince çok sevindi. Gözcüler gönderdi. Hiç Türk görmediler. Hisar kapisini açti. "Varalim, Türklerin ardini basalim" dedi. "Türkleri dereden çikartmayalim" dedi. Hemen atina binip sürdü.

O esnada yan tarafta gizlenmis olan Türkler, hisar kapisini tuttular. Yukaridaki Türkler de gözüktü. Bunu gören tekfur "Hey daha Türk varmis" deyip döndü. Fakat hisar önünde duran Türkler ile karsilasti. Gaziler onu yakalayip hisari feth ettiler. Malini da gazilere bölüstürdüler. Sipahisini çikarip hisari saglamlastirdilar.

Bu hisarin asagi tarafinda Ap Suyu (Ebe Suyu) denen bir hisar daha vardi. Tekfuru alip oraya getirdiler. Onu da ahd ile aldilar. Bu iki hisara el koydular. Konur Alp'a Kara Çebisi, Akça Koca'ya da Ap Suyu'nu verdiler.

Orhan Gazi, bu tekfuru ordusu ile birlikte Akhisar'a getirdi. Halka emniyet ve eman verdi, kâfileri yerli yerinde birakti. Ama Konur Alp, zaman zaman çikip Akyazi'ya hücum ederdi. Akça Koca da Ayan Gölü (Sapanca Gölü)'nun suyunun aktigi yerde Bes Köprü'de bir bogazcik vardi orayi durak edindi (üs olarak kullandi). Oradan orman arasinda olan yere hücum ederdi. Elhasil Orhan Gazi bu ucu saglamlastirdi. Kâfirleri de babasi Osman'a gönderdi. Kendisi Kara Tekin üzerine yürüdü. Hisarin beyine haber gönderdi ki: "Bu hisari bana ver, seni yine hisarda birakayim. Ad benim olsun. Benim istek ve hedefim Iznik'tir" dedi. Kâfir bu sözü isitince hayli gücüne gitti, kaleyi vermedi. Bunun üzerine Orhan Gazi: "Gaziler! Islâm gayretidir. Yürümek gerek ki, bu hisari yagma edelim" diyerek kalenin yagma edilmesini emr etti.

Gaziler, derhal kalenin kapisini kirarak yagmaladilar, tekfuru yakalayip öldürdüler. Orhan Gazi, tekfurun kizini büyük bir ganimetle birlikte babasina gönderdi. Orhan, alinan esirleri, gazilerden tekrar satin aldi. Onlari ahd ve emânla hisara yerlestirdi. Samsa Çavus'u da hisara birakarak Yenisehir'de bulunan babasi Osman'in yanina döndü.

Bundan sonra Kara Çebis'teki Konur Alp'a ve Kara Tekin'deki Samsa Çavus'a Iznik'e havale gibi olsunlar (kontrol altinda tutsunlar) diye adam gönderdiler. (Onlar) zaman zaman gidip Iznik'in bahçelerini harab ederlerdi. Böylece Iznik'e rahatlik vermezlerdi. Bir taraftan Konur Alp Akyazi ile, diger taraftan da Akça Koca Izmit ile mesgul oldular. Bu uclar son derece isler oldu. Söyle ki, gaziler gece ve gündüz at sirtindan inmeyerek fetihlerden fetihlere kostular. Konur Alp, Akyazi'da Tuz Pazarini aldi. Uzuncabel'de bulusarak iki gün iki gece kaldi. Kâfiri döndürerek yine Tuz Pazarina geldi. Akça Koca da Akdemir'le birlikte Akova'ya hücum etti. Gazi Abdurrahman da Istanbul tarafindaki il'e hücum ederdi. Bunun üzerine Istanbul'dan kâfir seçerek, gazilere karsi gönderirlerdi. Gazi Abdurrahman da Istanbul'dan gelen kâfirleri kirardi. Her vakit bu hâl ile durusurlardi, vurusurlardi. Islâmiyet için can ve bas (ile) oynarlardi. Böylece Sakarya ile Karadeniz ve Sapanca Gölü sahasindaki bazi kalelerin zapti basarilmis oldu. Miladî takvimlerin 1318 senesini gösterdigi bu zaman diliminde Akça Koca, bilahare kendi adi (Koca Ili, Kocaeli) ile anilacak olan Sakarya Nehri'nin batisindan Izmit kalesine kadar olan yerleri feth etti. Bu yüzden, hakli olarak bu bölge onun adi ile adlandirilmistir.

Bütün bu olaylardan sonra Bizans Imparatorlugu, hududlarinin en önemli noktasi olan Iznik'in yavas yavas ve adim adim, hasimlari olan Osmanlilar tarafindan muhasara altina alindigini görmüs oluyordu.

Gibbons'un: "Osman, cihanin bildigi en büyük imparatorluklardan birinin, vahsi Asya kani ile en eski ve en yeni Avrupa unsurunu kaynastirmis olan tarihteki yegane milletin ve alti asir inkitaa ugramaksizin (kesilmeksizin) erkekler vasitasiyle devam etmekle temayüz eden bir hanedanin müessisidir" dedigi Osman Gazi, artik ihtiyarlayip yorulmustu. Bu arada Romatizmadan da muzdaripti. Bu sebeple 1320 tarihinden itibaren oglu Orhan Bey'i kendisine vekil tayin etmis oldugu söylenebilir. Bununla beraber, islerin daha iyi idare edilebilmesi için kanun, nizam ve töreler vaz' edilmesi ile mesgul oldugu, basit bir sekilde de olsa divan toplayarak istisarelerde bulundugu muhakkaktir. Bir yandan, uc beyliginden müstakil bir devlet haline geçiste ortaya çikan islerin görülmesi ve memleketin mütemadiyen genislemesi için gereken tedbirler alinirken, diger taraftan da müslüman ve hiristiyan tebeanin asayis ve huzurunun bir kat daha artmasina dikkat gösterilmekte idi.

Bilindigi gibi Osman Gazi, teskilât ve müesseseler mevzuunda Selçuklulari kendine örnek almisti. Bu sebepledir ki, daha önce de belirtildigi gibi Bizans hududunda üç aded uc bölge ihdas etmisti. Bunlarin basina da ümerâdan ve gazilerden Konur Alp, Akça Koca ve Samsa Çavus'u tayin etmisti. Bunlardan ilki yani Konur Alp, memleketin en kuzeyinden Karadeniz'e kadar olan yerlere, ikincisi yani Akça Koca, Izmit, (Nikomedia), üçüncüsü olan Samsa Çavus ise Iznik (Nicea)'e müteveccih idi.